09 Mayıs 2013 8798 0 PROJE YÖNETİMİ Fonksiyon360
14 yaşıma girdiğim sene babam bana büyük önder ATATÜRK`ün kaleminden ortaya çıkan NUTUK adlı eserin yeni dile çevrilmiş baskısını hediye etmişti. O yaşlarımda bu eseri okurken genel amacım; Okul sıralarında öğrendiğim Kurtuluş Mücadelesinin hangi aşamalardan geçtiğini ve ne zorluklarla gerçekleştiğini birinci elden öğrenmekti.
Bu kitaptan edindiğim bilgileri tarih derslerinde detaylı olarak anlatmaktan çok büyük zevk ve gurur duyardım.
Aradan yıllar sonra bugün Nutuk`u tekrar ele alıp, başka bir amaçla incelemeye karar verdim. Bu seferki amacım ise Kurtuluş Savaşı sürecini bir Proje olarak irdelemek ve bu projenin yöneticiliğini üstlenen M. Kemal ATATÜRK`ün hangi proje yöneticiliğini vasıflarını bilfiil uyguladığını görmekti.
Pek çok proje yönetimi kitabında "Proje Yöneticisinin Rolü ve Sorumlukları" başlığı altında şu ifadeleri görmüşsünüzdür;
- Mevcut durum analizi
- Hedeflerin belirlenmesi
- Organizasyonel yapının oluşturulması
- Takım motivasyonun sağlanması
- Projenin planlanması ve kontrolü
- Doğru işe doğru kişiyi atama - Delegasyon
- Risklerin öngörülmesi ve önleyici yöntemler belirleme
- Finansal planlamanın yapılması ve gerekli onayların alınması
- Proje ekibindeki çatışmaların giderilmesi
- Gelişme ve ilerlemeleri raporlanması
- Problemlerin çözümlenmesi
Bu ifadeler daha da arttırılabilir. Bu yazı dizisinde amacım; Atatürk`ün yukarıda saydığım rol ve sorumlulukların hangilerini, nasıl yerine getirdiğini Nutuk`taki ifadelerini inceleyerek, ortaya çıkarmaktır.
Bir diğer amacım ise, proje yönetimi ile ilgili yoğun teorik bilgiye sahip olan bir proje üyesine tarihi bir uygulama sunmak olacaktır.
Bu yazının kapsamı Nutuk`un sadece ilk iki bölümünü içermektedir. Kurtuluş Savaşı`nı, proje yönetimi metodolojisi çerçevesinde daha detaylı incelemeyi, siz değerli okuyuculara bırakacağım. Böylece bir diğer naçizane amacımın da tarihimizdeki bu büyük mücadelenin hangi aşamalardan geçtiğine dair okuyucuda merak uyandırmak olduğu da söyleyebilirim.
Okuyucu olarak özellikle, (Atatürk`ün Nutuk`ta kaleme aldığı kadarıyla) hedeflerindeki kararlılığına ayrıca çevresindekilere yönelik hitap biçimine, telgraf yazışmalarındaki anlatım gücüne, lütfen dikkat ediniz... İletişimin bir projede ne kadar önemli olduğunu daha iyi anlaşılacağndan eminim.
Bununla birlikte, Atatürk`ün projesini nasıl aşamalara böldüğünü ve her aşama için hedeflerini hangi kısıtlar ve varsayımlar altında tanımladığına şahit olacaksınız. Tabii ki bu hedeflere ulaşmasını engelleyecek problemlerin sayısından sanırım bahsetmeye gerek yok, bunu sizlerin tarih bilgisine bırakıyorum. (Aramızda kaç kişi proje hedeflerine ulaşmak isterken, suikaste uğrama tehdidi yaşıyor veya tutuklanma riski var!)
Atatürk, Nutuk`un daha birinci bölümünde projesinin temel hedefini şu şekilde koyduğunu da hatırlatmak isterim:
YA İSTİKLAL YA ÖLÜM
Temel ilke, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu ilke, ancak tam istiklâle sahip olmakla gerçekleştirilebilir. Ne kadar zengin ve bolluk içinde olursa olsun istiklâlden yoksun millet, medeni insanlık dünyası karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye layık görülemez.
Yabancı bir devletin koruyup kollayıcılığını kabul etmek insanlık vasıflarından yoksunluğu, güçsüzlük ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir.Gerçekten de bu seviyesizliğe düşmemiş olanların, isteyerek başına bir yabancı efendi getirmelerine asla ihtimal verilemez. Halbuki Türk`ün haysiyeti, gururu ve kaabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir!...
O halde, ya istiklal ya ölüm!
"Birinci Bölüm: Anadolu`nunDurumu ve Kurtuluş Çareleri Bir diğer yandan da çevresindekilere liderlik etme sürecini, bu doğrultuda hedefleri kutsallaştırma ve insanları bu hedeflere doğru sürükleyebilme gücünü de kendi anlatımları çerçevesinde incelemeye çalışacağız.
Proje Yönetimi açısından tarihimizden bu proje örneğini incelerken, sizlerin de öneri ve düşüncelerinizle faydalı tartışma ortamları yaratacağınızı umarım.
Hatta benim bu yazı dizisinde ele almadığım veya kısaca geçtiğim noktaları gerekirse lütfen daha da ayrıntılandırın. Böylece benim ön adımını attığım bu girişimi daha da detaylı irdeleyebiliriz.
Bölüm I: Birinci Dünya Savaşında Anadolu`nun Durumu ve Kurtuluş Çareleri
Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk`u Kurtuluş Savaşı mücadelesinin başladığı gün olarak kabul ettiği 19 Mayıs 1919 tarihinden itibaren başlatır ve mücadele boyunca geçen evreleri tüm açıklığıyla kaleme alır.
İçinde Bulunulan Durumun İncelenmesi (Mevcut Durum Analizi)
Bir Proje Yöneticisi olarak Atatürk, Nutuk`a Kurtuluş Savaşı projesinin başlamasına sebep olan etkileri oldukça geniş açılardan değerlendirmiştir. Diğer bir deyişle, bu projenin nedenlerini, sebeplerini ve hatta tarihçesini açıkça tanımlamıştır.
Örneğin ülkenin içinde bulunduğu genel durumu aşağıdaki sözleriyle ifade etmektedir:
"Osmanlı Devleti`nin içinde bulunduğu grup, I. Dünya Savaşı`nda yenilmiş, Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş, şartları ağır bir ateşkes anlaşması imzalanmış. Büyük Savaş`ın uzun yılları boyunca millet yorgun ve fakir bir durumda. Milleti ve memleketi I. Dünya Savaşı`na sürükleyenler, kendi hayatlarını kurtarma kaygısına düşerek memleketten kaçmışlar. Saltanat ve hilâfet makamında oturan Vahdettin soysuzlaşmış, şahsını ve bir de tahtını koruyabileceğini hayal ettiği alçakça tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa `nın başkanlığındaki hükûmet âciz, haysiyetsiz ve korkak. Yalnız padişahın iradesine boyun eğmekte ve onunla birlikte kendilerini koruyabilecekleri herhangi bir duruma razı.
Ordunun elinden silâhları ve cephanesi alınmş ve alınmakta...
İtilâf Devletleri, ateşkes anlaşmasının hükümlerine uymayı gerekli bulmuyorlar. Birer bahane ile İtilâf donanmaları ve askerleri İstanbul` da. Adana iIi Fransızlar; Urfa, Maraş, Ayıntap (Gaziantep) İngilizler tarafından işgal edilmiş. Antalya ve Konya`da İtalyan askerî birlikleri, Merzifon ve Samsun`da İngiliz askerleri bulunuyor. Her tarafta yabancı subay ve memurlar ile özel ajanlar faaliyette. Nihayet, konuşmamıza başlangıç olarak aldığımız tarihten dört gün önce, 15 Mayıs 1919`da, İtilâl Devletleri`nin uygun bulması ile Yunan ordusuda İzmir`e çıkartılıyor.
"Bu genel görünüşü açıkladıktan sonra biraz daha detaylara inerek, öncelikle düşman işgalini meşrulaştırmaya çalışan örgütlerden bahsetmektedir.
"Merkezi İstanbul`da olan Trabzon ve Havalisi Adem-i Merkeziyet Cemiyeti`nin amacı ve siyasî hedefi adından anlaşılmaktadır. Her halde merkezden ayrılmak gayesini güdüyor.
Diyarbakır, Bitlis, Elâzığ illerinde, İstanbul`dan idare edilen Kürt Teali Cemiyeti vardı. Bu derneğin amacı yabancı devletlerin himâyesi altında bir Kürt devleti kurmaktı.
Karadeniz sahilindeki bölgelerde de bir Rum Pontus hükûmeti kurulacağı korkusu vardı. Müslüman halkı Rumların boyunduruğu altında bırakmayıp onların yaşama ve var olma haklarını koruma gayesiyle, bazı kimseler Trabzon`da da ayrıca bir dernek kurmuşlardı.
Konya ve dolaylarında İstanbul`dan yönetilen Tealî-i İslâm Cemiyeti`nin kurulmasına çalışılıyordu. Memleketin hemen her tarafında itilâf ve Hürriyet , Sulh ve Selâmet Cemiyetleri de vardı.
İstanbul`da önemli sayılabilecek kuruluşlardan biri İngiliz Muhipleri Cemiyeti idi. Bu addan, İngilizlere dost olanların kurduğu bir dernek anlaşılmasın. Bence, bu derneği kuranlar kendi şahıslarını ve kendi çıkarlarını gözetenler ile, kendi çıkarlarının korunma çaresini Lloyd George (Loyt Corc) hükûmeti aracılığı ile İngiliz himâyesini sağlamakta arayanlardır. Bu zavallıların, İngiliz Devleti`nin Osmanlı Devleti`ni bir bütün olarak korumak ve himaye etmek isteğinde olup olamayacağını bir defa olsun dikkate alıp almadıkları, üzerinde düşünülmeye değer.
Bu derneğe girenlerin başında Osmanlı Padişahı ve Halîfe-i Rûy-i Zemîn ünvanını taşıyan Vahdettin, Damat Ferit Paşa, Dahiliye Nâzırı olan Ali Kemal, Âdil ve Mehmet Ali Beyler ile Sait Molla bulunuyordu. Dernekte Rahip Frew (Fru) gibi İngiliz milletinden bazı macera heveslileri de vardı. Yapılan işlemlerden ve gösterilen faaliyetlerden anlaşıldığına göre, derneğin başkanı Rahip Frew idi."
Detaylarda ordunun o günkü durumu da ele alınmaktadır: (Hedeflerin belirlenmesi)
"...Balıkesir ve Bursa bölgesinde bulunan 61`inci ve 56`ncı Tümenler karargâhı Bandırma`da bulunan İstanbul`a bağlı 14`üncü Kolordu`yu oluşturuyordu. Bu kolordunun komutanı, Meclis`in açılışına kadar, merhum Yusuf İzzet Paşa idi.
3`üncü Ordu Müfettişliği ki, müfettişi ben idim; karargâhımla Samsun`a çıkmış bulunuyordum. Doğrudan doğruya emrim altında olmak üzere iki kolordu vardı. Bunlardan biri, merkezi Sivas`ta bulunan 3`üncü Kolordu`dur. Komutanı yanımda getirdiğim Albay Refet Bey`dir. Bu kolorduya bağlı bir tümenin (5`inci Kafkas Tümeni ) merkezi Amasya`da, ötekinin merkezi de Samsun`daydı. Diğeri, merkezi Erzurum`da bulunan 15`inci Kolordu idi. Komutanı Kâzım Karabekir Paşa`ydı. .."
Bu değerlendirmelerden sonra M. Kemal, kendisinin Samsun`da hangi sıfat ve görevle bulunduğunu anlatmaktadır. Aşağıdaki paragraflardan M. Kemal`in o günkü yetki alanı da görülebilmektedir.
"...Benim, bu iki kolorduya (Sivas 3. Kolordu ve Diyarbakir 13. Kolordu) doğrudan doğruya emir ve komuta vermekten daha ileri bir yetkim vardı ki,
müfettişlik bölgesine yakın olan askerî birliklere de tebligat yapabilecektim. Aynı şekilde bölgemde bulunan ve bölgeme komşu olan illere de tebligatta bulunabilecektim.
Bu yetkiye göre, Ankara`da bulunan 20`nci Kolordu ve bunun bağlı bulunduğu müfettişlik ile, Diyarbakır`daki kolordu ile ve hemen hemen Anadolu`nun bütün sivil yönetim amirleriyle ilişkiler kurabilecek ve yazışmalar yapabilecektim.
Bu geniş yetkinin, beni İstanbul`dan sürmek ve uzaklaştırmak maksadıyla Anadolu`ya gönderenler tarafından, bana nasıl verilmiş olduğu garibinize gidebilir. Hemen ifade etmeliyim ki, onlar bu yetkiyi bana bilerek ve anlayarak vermediler. Ne pahasına olursa olsun, benim İstanbul`dan uzaklaşmamı isteyenlerin buldukları gerekçe Samsun ve dolaylarındaki güvensizlik olaylarını yerinde görüp tedbir almak üzere Samsun`a kadar gitmekti. Ben, bu görevin yerine getirilmesinin bir makam ve yetki sahibi olmaya bağlı bulunduğunu ileri sürdüm. Bunda hiçbir sakınca görmediler. O tarihte Genelkurmay`da bulunan ve benim maksadımı bir dereceye kadar sezmiş olan kimselerle görüştüm. Müfettişlik görevini buldular; yetki konusu ile ilgili talimatı da ben kendim yazdırdım. Hattâ Harbiye Nazırı olan Şakir Paşa , bu talimatı okuduktan sonra, imzalamaya çekinmiş; anlaşılır anlaşılmaz bir biçimde mührünü basmıştır."
M. Kemal, içinde bulunulan karmaşık durumun kolayca kavranabilmesi amacıyla özet niteliğinde aşağıdaki satırları kaleme almıştır. Böylece, genel durum kolayca gözönünde canlandırılmaktadır.
Milli mücadelenin hangi şartlar altında başladığını sizlere de kısaca hatırlatmak amacıyla bu metni aynen paylaşmak istiyorum. (Hatırlatma: Aşağıdaki yazıda Ata`nın seslendiği kişiler o dönemin milletvekilleridir.)
"Bu açıklamalardan sonra, genel durumu daha dar bir çerçeve içine alarak, çabucak ve kolayca hep birlikte gözden geçirelim :
Düşman devletler, Osmanlı devlet ve memleketine karşı maddî ve manevî saldırıya geçmişler. Onu yoketmeye ve paylaşmaya karar vermişler. Padişah ve halife olan zat, hayat ve rahatını kurtarabilecek çareden başka bir şey düşünmüyor. Hükûmeti de aynı durumda. Farkında olmadığı halde, başsız kalmış olan millet, karanlıklar ve belirsizlikler içinde olup bitecekleri beklemekte. Felâketin dehşet ve ağırlığını kavramaya başlayanlar, bulundukları çevreye ve alabildikleri etkilere göre kendilerince kurtuluş çaresi saydıkları tedbirlere başvurmakta... Ordu, ismi var cismi yok bir durumda. Komutanlar ve subaylar, I. Dünya Savaşı`nın bunca çile ve güçlükleriyle yorgun, vatanın parçalanmış olduğunu görmekle yürekleri kan ağlıyor; gözleri önünde derinleşen karanlık felâket uçurumu kenarında beyinleri bir çare, kurtuluş çaresi aramakla meşgul...
Burada pek önemli olan bir noktayı da belirtmeli ve açıklamalıyım. Millet ve ordu, Padişah ve Halife`nin hâinliğinden haberdar olmadığı gibi, o makama ve o makamda bulunana karşı asırların kökleştirdiği din ve gelenek, bağları dolayısıyla da içten gelerek boyun eğmekte ve sadık. Millet ve ordu bir yandan kurtuluş çaresi düşünürken bir yandan da yüzyıllardır süregelen bu alışkanlık dolayısıyla, kendinden önce, yüce hilâfet ve saltanat makamının kurtarılmasını ve dokunulmazlığını düşünüyor. Halifesiz ve padişahsız kurtuluşun anlamını kavrama yeteneğinde değil... Bu inanca aykırı bir düşünce ve görüş ileri süreceklerin vay haline! Derhal dinsiz, vatansız, hain ve istenmeyen kişi olur...
Diğer önemli bir noktayı da belirtmek gerekir. Kurtuluş çaresi ararken İngiltere, Fransa, İtalya gibi büyük devletleri gücendirmemek temel ilke olarak kabul edilmekte idi. Bu devletlerden yalnız biri ile bile başa çıkılamayacağı kuruntusu hemen bütün kafalarda yer etmişti. Osmanlı Devleti`nin yanında, koskoca Almanya, Avusturya - Macaristan varken hepsini birden yenip yerlere seren İtilâf kuvvetleri karşısında, yeniden onlarla çatışmaya varabilecek durumlara girmekten daha büyük mantıksızlık ve akılsızlık olamazdı.
Bu zihniyette olan yalnız halk değildi; özellikle seçkin ve aydın denen insanlar böyle düşünüyordu. (Organizasyonel yapının oluşturulması ve Takım motivasyonun sağlanması)
O halde, kurtuluş çaresi ararken iki şey söz konusu olmayacaktı. Önce, İtilâf Devletleri`ne karşı düşmanca tavır alınmayacak; sonra, Padişah ve Halife`ye canla başla bağlı ve sadık kalmak temel şart olacaktı..."
Değerli arkadaşım Koray Tulgar'ın kaleme aldığı Mustafa Kemal Şirket Yönetseydi / Atatürk'ten Organizasyon ve İnsan Yönetimi Dersleri Mustafa Kemal Şirket Yönetseydi kitabından alıntı yapılmıştır.